Saturday, May 12, 2007

Sarıalan Yaylası'nda Mezun Buluşması

www.geziyorumlari.com adresindeki Gezi Yorumları'nda yayınladığım bir yazıyı buraya da ekliyorum

Geleneksel olmayan MAL buluşmalarından bir tanesi daha, geçtiğimiz Pazar günü Köroğlu Dağları'nda gerçekleştirildi, gözümüz aydın:) Bilmeyenler için "MAL" nedir onu açıklayayım önce. Efenim MAL, Meram Anadolu Lisesi'nin kısaltmasıdır. Aslında doğrusu KMAL yani Konya Meram Anadolu Lisesi'dir ama biz zaman zaman "MAL"lar hitabını kullanırız kendi aramızda. Okula girdiğimizde Konya büyükşehir olmamıştı ve tek bir Anadolu Lisesi vardı, haliyle adı da KAL yani Konya Anadolu Lisesi'ydi. Sonradan Meram diye bir merkez ilçe olunca ve değişik Anadolu Liseleri açılınca okulun adına da Meram eklendi.

İşte bu güzide okuldan 93 yılında mezun olan arkadaşlar olarak bir yahoo grubu vasıtasıyla ara ara haberleşiyoruz. Geçen hafta gruba, Ankara ve İstanbul'daki arkadaşlar olarak şöyle ortada bir yerde buluşalım, görüşelim, kaynaşalım, hasret giderelim teklifinde bulundum. Onlardan da olumlu tepki gelince, fotoğraflarından güzel bir yer olduğuna kanaat getirdiğimiz, Bolu Köroğlu Dağları'ndaki Sarıalan Yaylası'na gitmeye karar verdik. E oralara kadar gitmişken Bolu Dağı'nda kahvaltı keyfini de yaşayalım diyerek ilk buluşma noktamızı İsmail'in Yeri olarak belirledik.

Planladığımızdan biraz geç de olsa buluştuk ve hoşbeş, ne yaparsın, ne edersin, o ne oldu, bu ne yaptı sohbetleri eşliğinde güzel bir kahvaltı yaptık. Eşlerle, çocuklarla tanışıldı, çocuğu olanlara çocukları, işi olanlara işleri, işi olmayanlara güçleri soruldu, bilgiler tazelendi...İşte tam kadro olmasa da, buluşmuş ve karnımızı doyurmuş halimiz:

İsmail'in Yeri

2'si genç olmak üzere toplam 16 kişiydik bu buluşmada. İşte gençlerden bir tanesi, Tunç:

Tunc Efendi

Daha iyi poz verebilirdi tabi ama yolda sıkıldı çocuk, ne yapsın. Kendisi bana amca değil de abi diyerek çok akıllı bir çocuk olduğunu da belli etti yola çıktığımızda, bunu da belirteyim:)

Bu da diğer genç, gurubumuzun yakışıklısı Mehmet:

Yakisikli

Kahvaltıdan sonra arabalara doluşup gitmeye karar verdiğimiz Sarıalan Yaylası'na doğru yola çıktık. Önde biz, güya yolu biliyoruz ya, millet de bizi takip ediyor. Kartalkaya dönüşünün ufak bir tabelası olduğunu bildiğim için dikkatli gitmeye çalıştık ama Vietnam konusunda konuşmaya dalınca dönüşü kaçırmışız. Otoyolun sağından giderken soluna geçince bunu farkettim. Durup sorduğumuz benzinci de 7-8 km geçtiğimizi söyleyince Ankara tarafına ufak bir gezinti yapmış olarak geriye döndük. Bu sefer dönüşü yakalamayı becererek Kartalkaya'ya doğru tırmanmaya başladık.

Yol dar ve virajlı, bir yandan da yukarı doğru tırmanıyor. Böyle olunca hafif bir ralli tadında çıktık yukarıya doğru, yemyeşil yerleri ve köyleri geçerek. Biraz tırmandıktan sonra hafif hafif ağaç altlarında karlar gözükmeye başladı. Sapaktan 20 km. sonra da kendimize hedef olarak belirlediğimiz Baysal Otel'e geldik. Şöyle bir etrafa ve içeriye bakma, ne yapalım, ne edelim, burada mı yiyelim, göle mi çıkalım, yürüyüş mü yapalım, buraya niye geldik, hay senin gibi organizatöre gibi konuşmalardan sonra haftaiçi fotoğraflarını gördüğümüz göle gidip biraz dolaşmaya ve dönüp şömineli salona yerleşmeye karar verdik.

Kendimize göre yol tarifini aldık ama sapakları kaçırma günümüzde olduğumuzdan olsa gerek bu sapağı da kaçırdık. Bunu öyle böyle değil bayağı bir kaçırmışız ama, bir daha hiç bulamadık:) İleride bir yerlerde oteli arayıp öğrenmeye çalıştık fakat o sırada sapağı çoktan geçmiş olduğumuz için yola devam etmemiz Kartalkaya'daki otellere gelmemizle neticelendi. Tabi bu arada etraftaki kar ve sis oranı da gittikçe artmıştı. Tesislere gelip de gölü geçtiğimizden iyice emin olunca biz de kendimizi kartopu oynamaya verdik:) Diğerlerini bilemiyorum ama benim karar verişim etrafa bakarken kafama yediğim bir kartopuyla oldu. Ellerimiz donmaya başlayıncaya ve iyice üşüyene kadar bu faliyet devam etti. Malesef aramızdan kadın ve çocuklara hain saldırılar düzenleyenler de çıkmadı değil... Bir de çoğunluğu hentbolcü olan tayfadan daha isabetli atışlar çıkması lazımdı ama bizden geçmiş artık, en azından benden. Şöyle okkalı bir isabet kaydedemedim:)

Dönüşte artık ümidimizi kestiğimiz için gölü bulmaya hiç yeltenmeden otele doğru indik. Sarıalan'a tekrar geldiğimizde bir grup arkadaşımızın hiçbir evinden duman tütmeyen yaylada kahvehane bulma yönünde bir girişimleri oldu ama haliyle bu girişim başarılı olmadı. Sadece bir "eski günlerdeki gibi" fotoğrafı çekmemize vesile oldu:

Eski Kadro

Soldan sağa mevkileri sayıyorum: Kaleci, sağ kanat, sağ kanat, sol oyun kurucu, taraftar, kaleci, sol kanat. Evet tüm mevkilerde adamımız yoktu ama yine de 7'yi tamamlamıştık. Fakat aradık taradık yaylada hentbol maçı yapacak rakip bulamadık...Eskiden olsa çamurda yuvarlana yuvarlana bir futbol maçı yapardık, çok da zevkli olurdu eminim ama insan büyüdükçe biraz değişiyor. Hem aramızda mevki sahibi insanlar da vardı, mazallah bir gören duyan olsa, karizma sıfıra inerdi:) Öyle olunca da mecburen Baysal Otel'e gittik.Acıkan, sportif aktivitelere ya da biraz üşümeye sıcak bakmayan grup içeriye girerken, aktif, dinamik, heyecanlı ve genç ruhlu arkadaşlar çevre yürüyüşü icin yola çıktı...

Geride kalan moruklar ne yaptı bilemiyorum ama biz yaylanın ortasından bir o yana bir bu yana döne döne ilerleyen dereyi takip eden yola girip sohbet ede ede 2 km kadar yürüdük. Bu sırada otelin iki köpeği de bize eşlik etti. 2 yaşındaki Şimşek gençliğin verdiği enerjiyle sürekli 500 m önümüzden gitti ve sık sık durup bizi beklemek zorunda kaldı. Yaşlı olduğu her halinden belli olan diğer köpekse zor yürümesine rağmen bizi takip etti, her duruşumuzda yere uzanıp dinlenmeye çalıştı. Hayvancağızın o haliyle bize eşlik etmesi çok duyguladırdı bizi gerçekten. Kendisine saygımızın bir ifadesi olarak sanal dünyada bir yer edinmesi için fotoğrafını koyuyorum:

Yaşlı Köpek

Dönüş yolunda evli ve romantik arkadaşlar eşlerine sarı, mavi ve mor renkli çiçeklerden topladılar. Henüz yaylaya ismini verecek kadar çok çiçek yoktu ama yine de birkaç hafta içinde nasıl olabileceğini tahmin etmeye yetiyorlardı. Dönüşte hafif üşüsek de yürüdüğümüzden olsa gerek soğuğu pek hissetmedik.

Otele girdiğimizde yemekler yavaş yavaş geliyordu, tam vaktinde döndük yani:) Baysal Otel Lokantası'nın güzel yemeklerinden yedikten sonra sohbet masada ve şöminenin önünde iki grup halinde devam etti, masada bir kez daha memleket kurtarıldı, rejim tartışıldı, gelecek hakkında tahminler yürütüldü ve sonunda gitme vakti geldi çattı.Öpüşüp koklaşıp bilahare Ankara, İstanbul ya da Bolu'da görüşmek üzere ayrıldık. Zaten bu sefer soğuk yüzünden dışarıda çok fazla duramadık, belki gelecek aylarda bir kez daha toplanırız...Kimse gelmezse bile belki ben motora atlayıp kamp kurmaya gelirim tekrar...

Evet, bir Pazar da böyle geçmiş oldu. Hem epeydir görüşemediğimiz arkadaşlarla görüşmüş hem de biraz dağ havası almış olduk. Üşenmeyip sık yapmak lazım böyle buluşmaları...Son bir yayla fotoğrafıyla bitireyim yazıyı:

Sarıalan Yaylası

Viyana'ya gidersen...

www.geziyorumlari.com adresindeki Gezi Yorumları'nda yayınladığım bir yazıyı buraya da ekliyorum


- St. Stephan Kilisesi'ni gör. Zaten şehrin merkezinde, görmeden geçmen zor:)

- Eski bir Viyana kafesinde cafe melange icip elmali pay (apfelstrudel) ye. Benim favorim Cafe Sperl'dü. Gel gör ki Hitler'in de favorisiymiş zamanında. Farklı bir tarihi özelliği de var ama onun dışında da güzel kafeler var.

- Schönbrünn Sarayı'nı ve bahçesini gez. Bahçede bir de hayvanat bahçesi var, güzel bir gün burada geçirilebilir...

- Karlskirsche'yi gör

- Dev dönme dolap için Prater'e git. Binip binmemek sana kalmış.

- Hundertwasserhaus - Hundertwasser Evi'ni gör. Başka yerde görülmesi zor bir mimari tarz:)

Savaşan Köyü

www.geziyorumlari.com adresindeki Gezi Yorumları'nda yayınladığım bir yazıyı buraya da ekliyorum...


Bu köyü hangi kategori altına girsem tam olmayacaktı ama sanırım en uygunu burası. Burası Birecik Barajı yapılıncaya kadar güzel taş evleri olan normal bir köymüş. Baraj yapılıp da baraj gölü dolunca yolu ve köyün bir kısmı suların altında kaldığı için terkedilmiş. Televizyonlarda ya da fotoğraflarda görmüşsünüzdür mutlaka yarısına kadar suyun içine gömülmüş olan cami minaresini. Hatta benim hatırladığım görüntülerde minareye tırmanıp suya atlayan çocuklar vardı. İşte burası Savaşan Köyü. Halfeti'den tekneyle Rumkale (Hromgla)'ye giderseniz bu köye de uğruyorlar. Suya batmamış evler ve minare manzarası ilginç. Yaklaştıkça suyun altındaki evleri de görebiliyorsunuz. Bu güzelim konaklara yazık olmuş diye düşünüyor insan. Bir şekilde turizme kazandırılabilir aslında, umarım ileride olur...